Sevgili okurlarım, “Başarılı bir iletişimin tarifi” konulu yazımı, ilgi ve sevgiyle okuyacağınızı umuyorum, buyurun başlayalım;
Haydi, kek yapalım..
Önce Malzemeler J
İyi bir iletişimin tarifini veriyorum size, Yeni Zelanda’ dan papaya, Filipinler’ den carambola gibi malzemeler yok bu tarifte, hele hele tencereye tavaya, ateşe, ocağa hiç ihtiyacınız olmayacak.
Malzemeleri kolayca temin edebilirsiniz, işte başlıyoruz;
Önce göz kararı empatiyi, derin bir zihinde güzelce çırpacaksınız,
sonra bir parça samimiyet ve doğallık,
bir miktar özveri,
bolca pozitif yaklaşım ekleyeceksiniz,
daha sonra içine bir parça iltifat ilave edip, lezzetinin daha da güzelleşmesini sağlayacak
ve bir fiske egonuzu katıp kabarmasına yardımcı olacaksınız,
son olarak da alabildiği kadar iyi niyet ve hoşgörü ekleyip pişmeye bırakacaksınız.
Tarifimizin içine bencillik, riya, önyargı ve yalan katmadığımız için tazeliğini hiç yitirmeyecek ve inanın yıllarca sürecek dostluklar, arkadaşlıklar, gelişime açık ilişkiler kazanacaksınız.
Malzemelerse ulaşması son derece kolay, bizde zaten var olan şeyler dedik, evet bakalım bu malzemeleri ne kadar ve nasıl kullanmalıyız, şimdi kekimizin yapılışına geçelim;
Empati kelime anlamı, “kendini karşındakinin yerine koymak”, sağlıklı, başarılı bir iletişimin olmazsa olmazıdır bildiğiniz gibi.
Doğrusu çok zor bir iştir, hatta dünyanın en zor işlerinden biridir.
Özellikle fikir çatışmaları sırasında, kendini karşıdakinin yerine koymak bir hayli zorlaşır, hatta imkansız hale gelir.
Empatinin çıkmaza girdiği alanlarsa daha çok karı- koca ilişkileridir ki, bildiğiniz gibi; erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten olunca, ne yazık ki bu çatışmalar kaçınılmaz olur ve kimi zaman aynı gezegende buluşmalar imkansız hale gelebilir.
Aynı şekilde yine ebeveyn- evlat ilişkilerinde yaşanan kuşak çatışmaları da “ah ah bizim zamanımızda böyle miydi?” diye başlayan; çekilmez, sıkıcı cümleler, empatinin çıkmaza girdiği başka bir alandır.
Havada uçuşan terlikler mutlaka hepimizin en nadide çocukluk anıları arasında yerini almışlardır. Ben çocukluğumda iki farklı davranış şekliyle büyütüldüm; annem Allah ne verdiyse direk icraata geçer, babamsa nasihatle bizi yola getirebileceğine inanırdı.
Davranış bilimciler araştırmışlar; nasihat sadece nasihati veren tarafı etkiler, karşı tarafın bir kulağından girer diğerinden çıkarmış.
Bu nedenle kendinizi boşuna yormayın, zaten atalarımız bunu yüzyıllar evvel çözmüşler sağ olsunlar, “bir musibet, bin nasihatten evladır” diyerek de, işimizi kolaylaştırmışlardır.
***
Samimiyet dedik; çok sayıda insan ne yazık ki samimiyeti laubalilikle karıştırıyor, işte o noktada sıkıntı başlıyor, oysa samimiyetin ardında yatan ana duygu güvendir. Güvendiğin insana içini döker, samimi davranır, yakınlaşırsın, yakınlaştığın insandan bir tehdit ve tehlike beklemiyorsundur.
Bu nedenle değil midir ki, bizi en çok yaralayan “dost kazığı” dır.
Doza dikkat, sadece bir parça samimiyet..
***
Doğallık dedik, doğal olun, makbul olan hepimizin bildiği gibi, son moda tabirle “organik olan” dır.
Bu durum inanın ilişkilerde de böyledir.
Daha çok erkekler kadınların doğal olmadığından yakınırlar “çok yapmacıksın, çok yapaysın”.
Bunu özellikle hanımlar beylerden duyarlar “biraz doğal ol”.
Kadın: “Nasıl yani!!”
Herkesin doğallıktan anladığı farklıdır, bir kadının doğallık anlayışı ile bir erkeğinki farklıdır mesela.
Bir kadın doğallıktan anladığı; pastel tonlarda yapılmış hafif bir makyaj ve rahat ama şık bir giyimi anlayabiliyorken, bir erkek yere tükürüp, gaz çıkartmayı doğallık olarak görebilir.
Bir kadın doğallığı, samimi bulduğu bir arkadaşının mutfağında makarna yapma rahatlığı olarak algılarken, bir erkek hemcinsleriyle yaptığı bir sohbette küfürler savurmayı, argo terimler kullanmayı doğallık ve rahat davranma olarak görebilir.
Bu kodlanma erkek ve kadında farklı olduğu gibi, kadınlar ve erkeklerin hemcinsleriyle olan ilişkilerinde de farklılık gösterebilir.
Örneğin adamın biri “ya ben doğal adamım” diyerek, evine gelen misafiri çizgili pijamalarıyla karşılayabiliyorken, karşılanan adam, “yok artık donla karşılasaydın bari” diyerek, karşı tarafın bu “doğallığını” yadırgadığını, kendine özgü “doğal cümlelerle” ifade edebiliyor.
Kısaca doğallık konusunda, içinizden nasıl geliyorsa öyle davranın; don da sizin, pijama da, takım elbise de..
***
Özveri dedik; kelime anlamının “maddi veya manevi olarak kendi dışımızdaki kişi ya da kişilere verici davranmak, kendimizi arka plana atma pahasına da olsa, elimizden gelenden fazlasını yapmaya çalışmak” olduğunu hepimiz biliyoruz.
Özveri çok tehlikelidir, bu nedenle az miktarda ve dikkatle kullanılması gereken bir malzemedir.
Kişi özveride bulunduğunu başlangıçta anlamayabilir, yaptıklarıyla karşısındakini mutlu ediyordur ya, daha başka ne istesin, yaptığı özveriler onu yormaz, mutludur.
Zaman akıp geçtikçe, yapılanlar artık görev ve zorunluluk haline geldikçe, tehlike çanları çalmaya başlar.
Özellikle, karşı tarafın umduğundan fazla yapılan özveri, kullanılmayı da beraberinde getirebilir, bu nedenle çok dikkatli kullanılması gereken bir malzemedir.
Özveriyi ben yoğurda benzetiyorum, çünkü kek yaparken yoğurdu çok kullanırsanız kekiniz çabuk bayatlar.
Çok özverili olursanız ilişki de, siz de tazeliğinizi, karşınızdakinin gözündeki değerinizi yitirmeye başlarsınız.
“Nasıl olsa benim avucumda” izlenimini bir kez verdiğinizde, ilişki artık karşılıklı değil, taraflı olmaya başlar ki, bunu da daha çok “tek taraflı” diye tarif edebiliriz.
Ne yazık ki, ilişkilerin sonlanmasının en önemli nedenlerinden birisidir tek taraflı vericilik, tek taraflı özveri.
Bir süre sonra özverinin dozunu kaçıran taraf, zaman geçtikçe kendini ezilmiş ve kullanılmış hissetmeye, yorulmaya başlar ve o çok bildik kaçınılmaz son ilişkiyi gelir vurur.
Eğri oturup doğru konuşalım dostlar; kadın cinsi, özverili olmaya kodlanmıştır, doğanın değiştirilemez kanunudur bu.
Bir kere; anatomik yapısı gereği, bir canlıyı vücudunda yaşatıp, büyütmeye uygun şekilde dizayn edilmiştir.
Düşünsenize, bir canlıya hayat verirken kullanılan malzemenin formülü, kadının bedenindedir, kadın o varlığa, kanından kan, canından can verir.
Bir kız bebeğin, daha doğduğu anda doğurganlığı tescillenmiştir, ilerleyen yıllarda doğursa da doğurmasa da, “artık O kadındır, anadır”.
Doğa ana iş başındadır, bir hemcinsinin daha vücut bulmasını sağlamıştır.
Dikkat buyurunuz; “Doğa ana-toprak ana” diyoruz, “doğa baba -toprak baba” diyor muyuz, hayır, doğurgan olduğu, üretebildiği ve çoğalabildiği için doğayı, kadın cinsiyetiyle özdeşleştiriyoruz ve onu kutsuyor “ana” diyoruz.
Kadın, anatomik şifresinin yanı sıra, içine doğduğu ailede de kodlanmaya devam eder.
“E ne de olsa kadın kısmı biraz geri durur”, işte orada yüzünüze yüzünüze, duvarlar örülmeye başlanmıştır artık.
Bir 8 martı daha geride bıraktığımız, kayıplarla kalbimizin kırık olduğu şu zamanlarda, çok ta manidar bir paylaşım oldu, sizce de öyle değil mi??
Sevgili dostlar bir sonraki sayıda kekimizin yapılışını anlatmaya devam edeceğiz, şimdilik hepiniz sağlıcakla kalın.. ASK
436
hit